Bekir Karadeniz & Özgür Kalın
Cerattepe
Bir Sivil Direniş Hikayesi
KaraMavi Yayınları
2. Baskı, 2024
ISBN 978-605-5825-68-3
16 x 24 cm, 580 Sayfa
550,- ₺
»Yüzlerce, binlerce yılda oluşan, Çoruh Nehrinin ilmek ilmek işlediği bir coğrafya ve onun insanları… Bu amansız, aşılması güç topraklarda tıpkı Çoruh gibi yol bulmuş insanlar; yaşamak ve üretmek için. Çoruh’un kolları olmuşlar; kimi Ardanuç’a kimi Şavşat’a kimi Yusufeli’ne, Borçka’ya, Murgul’a, Kemalpaşa’ya, Hopa’ya, Arhavi’ye doğru. Çoruh’un beslediği hayatlar kimi zamansa yükseklere tırmanmışlar, zirvelere engebeli yükseltilere; Artvin’e!
Çoruh kıyısından zirvelere uzanan yaşamın insanları hep mücadele ettiler, topraklarını, yaşam alanlarını korumak adına, ülkeyi ve değerlerini korumak adına, geleceklerini ve onlara emanet edileni diğer nesillere taşımak adına.
Hemen hemen her Artvinlinin, Çoruh kıyısında doğan her insanının Çoruh nehriyle ilişkilenen bir hikayesi olmuştur. Bir nehrin, çevresinde yaşayanları böylesine etkilediğine başka bir coğrafyada tanık olunmuş mudur bilinmez. Bunca önemliyken bir nehir ve onun şekillendirdikleri, kaybettiler farkına varmaksızın.
Bu, arkasından kaybedeceklerinin en büyük habercisiydi aslında. Bölgede başlayan ve değerli ne varsa yağmalamayı hedefleyen süreç 2000’li yıllara yaklaşırken su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Nehrin ana kolu ile yetinilmemiş, onu besleyen dereler de istila edilmeye başlanmıştı. Çoruh kıyısından apar topar kovulan ve bir meçhule sürüklenen insanlar daha ne olduğunu anlamadan yeni bir istilayla yüz yüze kalıyorlardı. Çoruh kıyısından daha yükseklere sığınanlar ve oralarda yeni bir yaşam yeşertmeye çalışanlar bu defa vadileri besleyen ve her bir vadinin can damarı olan derelerini kaybetmeye başladılar. Arkasından ormanlarını, yaylalarını ve bütün canlılarını ve canlarını.
İlk yok olan köy Tolgum (Salkımlı Köyü) mesela, bölgenin en güzel, en yaşanası köylerinden biri, salkım salkım üzümü, inciri, hurması, kirazı, ayvasıyla her mevsim mutlaka bir ağacının dalında insanını besleyen meyvesiyle, memleketteki nerdeyse bütün bitkilerin bir arada barışık yaşadığı topraklarıyla ve elbette ki yüzlerce yılın birikimine sahip üretken, barışçıl, sevgi dolu insanıyla bir köy.
Binlerce, milyonlarca metreküp toprağın altında kalan hayatlar.
Bizler bu coğrafyanın mücadeleci, ekmeğini tam anlamıyla taştan çıkaran insanlarıydık. Birçoğumuz taşıma toprak üzerinde yeşerttiklerimizle yaşamımızı idame ettirdik. Çalıştık, ürettik ve bu memleketin en iyi eğitilenleri, Cumhuriyet ve değerlerini en çok sahiplenenleri olduk. Bu inanılmaz coğrafyanın sadece emanetçileri olduğumuzu, kılına zarar gelmeden gelecek nesillere aktarılması gereken bir dünya mirası olduğunu biliyorduk. Nasıl ki bir köy ilkokulunda yurtsever bir öğretmen bize Cumhuriyet ve Atatürk’ü öğrettiyse ve silinmediyse bunca yıl ve silinmeyecekse gelecekte de. Bu toprakların yüreğimize kazınanları vazgeçilmezlerimizdi, mücadele kaçınılmazdı.
Bir özeleştiri yapmak gerekirse yukarıda anlatmaya çalıştığımız bilinç büyük bir çoğunluğun ortak duygusu olsa da, mücadelede geç kalmıştık. Bu kadar organize ve bu kadar acımasız olduklarını bilemediklerimiz karşısında geç toparlandık.
Biz daha ne olduğunu anlamadan Çoruh’u kaybettik. Ülkeye enerji gerektiği, ülke kalkınması için bunun vazgeçilmez olduğu söylenmişti, biz de inanmıştık. Nerden bilecektik devletin insanlarını kandırabileceğini! Nerden bilecektik devletin insanlarını, onların yüzlerce yıllık emeklerini, anılarını, birikimlerini bıraktırıp terke zorlayacağını.
Oysa bu topraklarda ilk devletlerini kurarken ta yüzlerce yıl önce kurucu babalardan biri o güne ve yüzlerce yıl ötesine müthiş bir öğütte bulunmuyor muydu? »İnsanını yaşat ki devlette yaşasın oğul!« Nereden nereye?
Çok geçmeden geç kaldığımızı anlamıştık. Çoruh ve köyleri tek tek yok oluyor bizler sadece izliyorduk. Onlarca yıl önce atalarımızın, dedelerimizin kazma kürekle, beden gücüyle yaptıkları yollar sular altında kalıyor, yerine yüzlerce metre yukarılara taşınan ve yaşamımızı kolaylaştırmak bir yana inanılmaz bir eziyete dönüştüren varyant yollar yapılıyordu. Sonradan anlamaya başladık o yolların neden zirvelere yaklaştığını. Asıl yağma zirvelerde planlanmıştı çünkü.
Bugün ülkenin namuslu bilim insanlarının tamamının anlattığı ya da kabul ettiği bir gerçektir ki; barajlar rantabl değildir ve Çoruh’un bütün bu barajları besleyecek kadar suyu yoktur! Çoruh’un suyu ancak kendi insanına yeter! O zaman neden bunca ihanet, yağma ve kıyım.
Cevabını bugün artık çok iyi biliyoruz ki, Çoruh’un önünü kesmek Artvin’in atardamarının birkaç yerinden koparılmış olması ve bu canlı, inanılmaz dirençli organizmaya en büyük darbenin vurulmuş olması anlamına geliyor. Arkasından da kılcal damarların tahribatı tabii ki dereler vs.
Organizmanın atardamarını koparanlar elbette ki beynini unutmuş olamazdı. Artvin’in tam da tepesindeki Cerattepe bu organizmanın beyniydi. Yağmalanması, çıkarılması ve organizmanın elinden alınması gerekiyordu. Bu toprakların gerçek sahiplerinin gözü gibi baktıkları değerlerin en önemlisiydi Cerattepe ve kritik eşikti. Cerattepe düşerse diğer mevziler de düşecekti.
İşte bu kitap tam da bu süreci anlatıyor. Bu toprağın insanının geç de olsa nasıl toparlandığını, düşen mevzilere rağmen nasıl organize olduğunu, mücadele bilinci ve direncini nasıl kazandığını anlatıyor.
Bu kitap aslında birlikte mücadelenin ne demek olduğunu ve ne kadar değerli olduğunu anlatıyor.
Geçmişte ayrı kamplarda ama yine vatan için mücadele edenlerin bugün yine ayrı kamplarda olsalar da vatan için, Artvin için, Cerattepe için nasıl omuz omuza mücadele ettiklerini anlatıyor. Mücadele edenlerin yılmadan, çeyrek asra yaklaşan ve küresel yağmacılar olmalarına ve devasa güçlerle bu toprakları yağmalamak adına gelmiş olmalarına rağmen, hattı müdafaa etmeyip bütün sathı müdafaa ettikleri ve aslında o sathın bütün vatan olduğunu tüm dünyaya öğrettikleri süreci anlatıyor.
Ve yine bir mücadelede bir bölgenin, bir ilin insanlarının omuz omuza, sırt sırta verdiklerinde kimlere ve nelere boyun eğmeyeceklerini, kırıp dökmeden yapılan »kavga«da ellerindeki tek silahın aslında sevgi ve barış olduğunu anlatıyor.
Diğer yandan;
Bu kitap memleketin birçok yerinde benzer yağmalar yaşanırken nasıl mücadele edeceklerini bilmeyenlere yol gösterecek, kılavuz olacak.
Bu kitap bu tür mücadelelerin başarıya ulaşabilmesi için bir maraton koşulması gerektiğini, mücadelenin uzun soluklu olduğunu, yılgınlığın kaybetmenin önünü açacağını, nefes alarak mücadeleye devam etmenin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor olacak.
Yine bu kitap, bu koşunun zaman zaman bir bayrak yarışı olduğunu yeni jenerasyonların gelecekte yaşanır ve bizim olan bir ülkede yaşayabilmeleri için nasıl mücadele edeceklerine dair bir pusula olacak.
Bu kitap, gerektiğinde bu ülkenin yurtsever insanlarının ıssız bir ormanda, tek bir ağaç hür kalsın diye binlerce insanın nasıl bir araya gelebileceğini öğretecek.
Çeyrek asrın hikayesini bırakıyoruz gelecek nesillere, tarihe not düşüyoruz.
O kadar çok şey kaybettik ki, yılmadık yine de. Belki de en önemli kazanımlarımızdan biri de bu oldu: Yılmamak.
Barış adına, vatan adına, Artvin ve Cerattepe adına kavga etmeye devam edeceğiz. Asıl kazananın bizler olduğunu elbette ki tüm ülke ve dünya gördü, izledi.
»Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.«
Böyle demiş Che. Ne kadar anlamlı ve bir o kadar da bizi anlatıyor.
Son olarak:
25 yıllık mücadelenin paydaşları, yol arkadaşları ne kadar önemliyse, bu öyküyü belgelemek, kayıt altına almak, bir kitaba dönüştürmek de o kadar önemliydi. Eve giren hırsızı belgeleyemediğinizde ne yazık ki herhangi bir işlem yapmanız mümkün olmuyor. Biz hırsızla mücadele ederken birilerinin bunu belgelemesi, kaydetmesi, yazması gerekiyordu. Yaklaşık iki yıllık çalışmanın sonunda elinizdeki bu kitabı oluşturduk.
Mücadelenin insanlarına, bedel ödeyerek en önde saf tutanlarına insanlık ve Artvin adına şükranlarımızı sunarken bu önemli belgede birlikte çalışma onurunu yaşadığım Bekir Karadeniz’e sabrı ve emeği için teşekkürü borç bilirim.
Bu toprakların bize kattıkları için bir zorunluluktu, idealdi, bir direnişin öyküsünü belgelemek.
Bazı ideallerin insanları o kadar değerli ki ve o kadar değerli ki birlikte direnebilmek.
Ve o kadar önemli ki bu dünyaya bırakılabilecek onurlu, kıymetli, vicdanlı miraslara sahip olabilmek.
Bizimle aynı idealleri paylaşanlara sevgiyle ve şükranla.«
Özgür Kalın
('Çoruh Kıyısında Hayat' adlı sunuş bölümünden.)